LYDIA PARK HİKAYE
Lydia Park Nature’ın oluşum ve hayata geliş hikayesini merak ederseniz, gelin kurucusu Şakir Balcı’ya kulak verelim ve geçmiş yıllara kısa bir yolculuk edelim…
pazartesi-cuma: 8:00 – 20:00
cumartesi-pazar: 08:00 – 20:00
Lydia Park Nature’ın oluşum ve hayata geliş hikayesini merak ederseniz, gelin kurucusu Şakir Balcı’ya kulak verelim ve geçmiş yıllara kısa bir yolculuk edelim.
“Henüz 4-5 yaşlarındayım. Dertsiz, tasasız ve sadece etrafta olup biteni gözlemlemeye çalışan küçük bir çocuk. Köy evimizin avlusunun ıssız ve kuytu köşesinde bir obje. Terkedilmiş. Öyleki avluda bulunan en eski malzeme bu…”
Hane halkından kimse ilgilenmiyor. Varlığından bile habersizler. Ben her seferinde onu gizlice inceleyip, dokunuyorum, ve sahiplenme peşindeyim. İçimde kimsenin fark dahi etmediği bu güzelliğin benim olması heyecanı var. Kafamı sürekli meşgul ediyor. Bir nevi evrenin merkezi olmuş benim için.
Neredeyse çöpe atılmak üzereyken, avlu köşesinde köy evinin ambar olarak düzenlenen yerinde onu yağmur, güneş ve toza karşı bir çeşit korumaya alıyorum, dış dünyadan gizliyorum. Görevim önemli ve kutsal; bekçilik ve gözcülük yapıyordum. Birçok eşya bulunan geniş avluda kimsenin onunla ilgilendiği de yoktu..
Bu durum aylar, ve belki yıllar sürdü.
Önce adının “Bardak” olduğunu öğrendim sonra da su kabı olduğunu, su matarası olduğunu. Çam ağacının kütüğünden oyulduğunu, tek parça olarak yapıldığını… Tarla ve bahçeye su taşıma kabı olarak kullanıldığını… Büyük dedemlerden kaldığını filan öğreniyorum.
Hayatım boyunca nereye gittiysem, onu taşıyarak, koruyarak yanımda bugünlere getirdim. Ağzı çift oluklu, altında “ tapa” var. İçini oymak için mecburen alttan genişçe delik açılmış. Sonra ona tapa uydurulmuş. Suyu doldurduğumuzda alttaki tapa suyun etkisiyle şişiyor, su sızdırmıyor. Sonuçta günümüzün sürahisi, termosu, buz torbası veya her neyse. Tarlada, arazide çalışırken ihtiyaç duyulan suyu soğuk tutan, su taşınan ve su içilen bir obje, ama nasıl bir obje; resmen gözümün bebeği.
“ESKİ ÇAMLAR BARDAK OLDU” deyişindeki “BARDAK” olduğunu yirmili yaşlarımda öğrendim. O yaşa kadar başkaca bir çok benzer kullanılmış ve ilginç hikayesi olan objeyi tanıdım, biriktirerek ilerledim, bu biriktirdiklerimi birgün bir yerlerde sergilemeliydim. O sergi alanı da Lydia Park oldu. Hala biriktiriyorum. Yüzlerce, binlerce obje biriktirdim. Onların ruhunu, yaşanmışlıklarını, yıllara meydan okuyan duruşlarını, kah gülüşlerini kah ağlayışlarını<, kah kendini beğenmişliklerini izleyip, bazen hüzünlenip bazen de keyifleniyorum.
Bazen de Neşet Ertaş’ın türküsünü dinleyerek izliyorum ‘HER BİRİNDEKİ MAĞRUR DURUŞU’…
DÜNYADA YARDAN/BENDEN/TATLI VARM’OLA VARM’OLA !
Yeni yeni öğreniyorum ki, etnografik ve antik (eski kullanılmış) eşya merakım kontrolsüz bir dürtüymüş meğer… 55-60 yıldır kontrol edemediğim bir dürtü, hobi, merak, adı her neyse…
Ve sanırım bu yüzden de şu anda Türkiye’de antika ürün çeşidi ve sayısı itibari ile en büyük koleksiyona sahibiz. Ticari bir telaş ve kaygımız; amacımız yok. Ömrüm boyunca beni peşinden sürükleyen ve fısıl fısıl bana hikayelerini anlatmak isteyen tüm bu arkadaşların toplanma noktası, tabir yerindeyse sığınağı; bizler için de dünyaya bakışımızı sorgulatan ve içimizdeki merakı ve çocuksu heyecanı kor olmaktan çıkarıp tekrar alevlendiren bir kaçış noktası Lydia Park.
Sahip olduğumuz heyecan ve özveri ile devam edersek hayalimiz burayı (BÖLGEYE VE ÜLKEYE KATKILAR SAĞLAYACAK) ETNOGRAFİK bir AÇIK HAVA MÜZESİNE DÖNÜŞTÜRMEKTİR. Şimdilik geleceğe dair diğer rüyalarımız saklı sürprizlerimiz olarak bizde kalsın.
Bu gördüğünüz alan önceden burada yaşayan köylülerin ve yoldan gelen geçenlerin çöplüğü şeklindeydi. O kadar ki, buradan her geçişimde öbek öbek poşet, şişe artıkları görürdüm. Bu durumu engellemek için, ‘çöp atmayınız’ gibi tabelalar yazsam da, aldıran olmadı. Kafamdaki parkı oluşturmak için belli bir bütçe gerekliydi. Bir yandan bu bütçeyi oluşturmaya çalışıyor, öte yandan da çöplük alanı temiz tutmanın çarelerini arıyordum.
Bir hafta sonu yanıma bir yardımcı alarak köy civarındaki kurumuş, devrilmiş ağaç dallarından bir buçuk metre yüksekliğinde iki yüz çomak hazırlayıp, toprağa saplamak üzere uçlarını sivriltip çöplük alana bıraktık. Ertesi gün çöplük alanın anayoldan görünen yol cephesine düzgün bir hiza ile tüm çomakları toprağa fidan diker gibi diktik. Çöplükte ele geçirdiğimiz tüm boş şişe atıklarını çomakların tepesine ters çevirerek geçirdik.
Rengarenk ve farklı boy ve desenlerdeki atık cam şişeler çomakların başında çok hoş bir görüntü oluşturmuştu…
Tüm köylünün şaşkın bakışları altında alanın diğer cephelerinde de aynısını uygulayarak, çöplük alanı görülesi bir alana dönüştürmeye başladık. Her gün biraz daha ilave yaptıkça, alana giderek çöp niyetine atık ve şişe atılmaz oldu. Orada yerleşik köylüler, çöplük gibi kullanılan alana atılan cam şişelerin çok farklı ve güzel işlere yarayabileceğini gördüler. Böylece kısa sürede alana çöp atılması durdu. Biz de diğer işleri devam ettirerek alanı bugünkü hale getirdik. Şimdilerde nitelikli bir alana dönüşen park yerine gelen burada yerleşik bölge insanlarının tümü eskiden çöplük olan alanı büyük bir şaşkınlıkla gezerken öte yandan parkın güzelliklerinden söz eder oldular.
Bizde onların çöp atmayarak farkında olmadan bize verdikleri destekten mutluyuz. Artık kimse çöp atmıyor. Elbirliğiyle keyif alanına dönüştük. :)))